İnsanlar kaygı duyar, acı çekerler… Parası olmayan parası olmadığı için, zengin olan riskleri ve diğer sorumlulukları için kaygı duyar, eğitimsiz olan iyi bir eğitim alamadığı için, eğitim alan tamamlaması gereken sorumluluklar için stres ve sıkıntı çeker zirveye çıkamayan altta kaldığı için, zirvede olan sürekli zirvede kalmak zor olduğu için kaygı duyar, bekâr olan evlenemediği için, evlenen evliliğin gerekliliklerinin ağırlığı için kaygı duyar, çocuğu olmayan çocuk özlemi için, çocuğu olan onun geleceğine ilişkin dertlenir. Şunu söyleyebiliriz ki insanlar farklı sebeplerden ötürü bir sonuç olarak kaygı duyar, acı çekerler. Peki, insanlar neden kaygı duyar, acı çekerler? Karşılaştıklarıyla nasıl baş edeceklerini bilemedikleri için acı çekerler. Hangi biçimde yaşanırsa yaşansın kaygı ve buna eşlik eden çaresizlik duyguları, günlük yaşamın sorumluluklarını üstlenebilmek için gerekli beceriyi geliştirememiş, gerçek benliğine yabancılaşmış olmanın belirtileri olarak karşımıza çıkarlar. Bununla birlikte, gelişime ve değişime açık olursak, olaylara farklı yönlerden yaklaşmayı deneyebilirsek birçok durumla baş edebilme becerimizi de geliştirebiliriz.
Değişim önce bizden başlamalı, çevrenin değişmesini beklemenin pek de işe yaramayacağını söyleyebiliriz. Düşünün ki aynaya bakıyorsunuz ancak yüzünüzde patlattığınız ve yara haline gelmiş olan sivilcelerinizin görünümünü beğenmiyorsunuz. Aynayı yaranın rengine boyayarak sivilcelerin bu aynadan fark edilir olmamalarını sağlamak ya da aynayı yağlı boyayla beyaza boyamak, aynayı kaldırıp çöpe atmak ya da aynaya bakmamak çözüm olabilir mi?
Sıkıntımızın, kaygımızın ya da acımızın derinliği, problemler karşısında kendimizi çaresiz hissetmemize yol açar. Bazen, kendimizi o kadar sıkıntıda hissederiz ki bazı şeylerin hakkımız olduğuna inanmaya başlarız. Bu durum iki zıt düşünce biçiminden kaynaklanıyor olsa da aynı sonuç ortaya çıkar:
“Ben zavallıyım oysa çevremdekilerin hepsi benden çok daha iyi durumda, bu nedenle bana özel bir şekilde davranmalılar”
“Ben çok özelim, çevremdekiler ise bana göre oldukça sıradan insanlar, bu nedenle bana özel bir şekilde davranmalılar”
Bazılarında ise bu düşünce yapısı değişkenlik gösterebilir, yaşadıkları olaylara, karşılaştıklarına ve çeşitli sebeplere göre ilk ya da ikinci düşünme şekline doğru gider gelirler sonuçta geçerli olan her iki cümlenin de ikinci yarısı olacaktır.
Çocukluklarında aşırı pohpohlanan, gereksiz yere aşırı özgüven geliştiren çocukların yetişkin olduklarında süreklilik gösteren ikinci düşünme şekli halinde olmaları, gerçekte hiçbir şey üretmeyerek ürettiklerini zannetmeleri, çevrelerinden en küçük bir şey için dahi destek isteyerek her şeyi kendileri yapıyormuş gibi davranmaları ve buna inanmaları söz konusu olabilir.
Acı çekmemizin bir başka sebebi de sadece dikkat çektiğimizde, yanımızdakinden daha başarılı olduğumuzda ya da ondan daha fazla şeye sahip olduğumuzda diğer bir deyişle belli kriterlere göre üstte olduğumuzda değerli olduğumuzu düşünmemizdir. Bu, aynı zamanda, çevremizdeki birçok kişiyi de değersiz kategorisi altında değerlendirdiğimiz anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle kendimizle birlikte çocuklarımızı, eşimizi ve diğer sevdiklerimizi sürekli eleştiri bombardımanı altına sokarak değerli yapmaya çalışırız. Hem kendimizin, hem de sevdiklerimizin yaşamını zorlaştırırız.
Kendimizi sıkıntılı hissettiğimizde kendimize öncelikle şu soruları sormalıyız:
-Kendimi nasıl hissediyorum?
-Tam olarak ne hissediyorum?
-Neden bu şekilde hissediyor olabilirim?/Bu şekilde hissetmeme ne sebep olmuş olabilir?
-Bana ait olan hangi varsayım bu şekilde hissetmemi destekliyor olabilir?
Farz edelim ki bu sorular; kendimi sıkıntılı hissediyorum, içimde kızgınlık ve kızgınlığın sebep olduğu bir üzüntü var, sürekli evde olup çocuklarla ilgilenmek –kendime eskisi kadar zaman ayıramamak bu şekilde hissetmeme neden oluyor olabilir, bu şekilde hissetmemi destekleyen varsayım ise “ancak kendine değer veren insan değerlidir, kendine değer veren insan ise kendine zaman ayırandır” varsayımıdır çünkü bu şekilde kendimi değersiz hissediyorum şeklinde cevaplanmış olsun. O zaman şu soruyu kendimize sorabiliriz: “Bu varsayım gerçekten doğru olabilir mi? Bu varsayımın hayatıma bir getirisi var mıdır?” Şunu iyi bilmeliyiz ki başka bir arkadaşımız için geçerli olabilecek bir varsayım bizim için geçerli olmayabilir ya da bizim için normal zamanlarda/geçmişte geçerli olabilecek bir varsayım özel bir durumda (örn. yeni bebek sahibi olmak) ya da şu anki mevcut durumumuzda belli şartlardan ötürü artık geçerli olmayabilir. Bu nedenle kendimizi değerlendirirken gerçekçi kriterler oluşturmamız faydalı olacaktır. Kendimizi geçmişimizle ya da başkalarıyla kıyaslamak asla bir çözüm olmayacak, tam tersi sıkıntılarımızı arttıracaktır.
Sürekli mutlu olmaya, istediklerini elde etmeye, kariyer/para gibi maddi başarılara, zevke, her zaman haklı olmaya odaklanmak, olumsuz durumları yok saymaya çalışarak görmezden gelmek (ileride sorunların büyümesine neden olacaktır), hep olumsuz durumları fark ederek görünür kılmak gibi özelliklere sahip olmamız yaşamımızı zorlaştıracaktır. Sürekli ilgi odağı olmak, mutlu olmak, herkes tarafından sevilmek gibi durumlara çok önem verdiğimizi hayal edelim. Böyle bir durumda, bunların her zaman için gerçekleşmesi zor olacağından ve çoğunlukla bizim dışımızdaki unsurlarla ilgili olduğu için (bizim dışımızda geliştiğinden ötürü) bunları her zaman elde edebilmemiz zor olacaktır ve hep dış faktörlerden ötürü kaygılarımız olacaktır. Oysa kendi ayakları üzerinde durma, destek verebileceği bir konuda başkalarına yardımcı olma gibi durumlara önem veriyorsak bunlar daha çok bizim elimizde olan durumlar olacak, bize kaygı yaşatmayacaktır.
Doğru olan nedir derseniz, doğru olan sürekli gelişim için çabalamaktır. Hiçbir şey için kesin doğru ve değiştirilemez yanıtlar aramamaktır çünkü gelişim devam ettiği sürece elde edeceğimiz yanıtlar da değişecektir.
Sürekli kısıtlı, katı kurallarla donatılmış ve başarıya endeksli bir ben kavramı ve özel olma beklentisi yerine, sıradan beklentiler kişiyi özgürleştirir. Sürekli kendimizi dar kalıplara sığdırmaya çalışmak ve başkalarından değer görmek adına kendi üzerimizde baskı kurmak yaşamla baş edebilmemizi zorlaştırır. Bizim için değerli olan şu an elimizde olanların farkına varmak, bunlarla yaşamımızı nasıl daha verimli bir hale getireceğimizi kurgulamaktır. Baskılarla donattığımız, kısıtladığımız “ben” gergin bir “ben” olarak karşımıza çıkacaktır. Oysa bizim ihtiyacımız olan balkonda açan çiçeğini fark ederek mutlu olabilen, bir hayvanla bağ kurabilen, yaptığı basit bir şeyden bile zevk duyarak paylaşmayı bilen (örneğin kek- kek tarifi vb) , karşılıksız sevgiyle bir şeylerini paylaşabilen huzur dolu insanlar olabilmektir. Kıstaslarımızı zorlaştırdıkça gerginliğimiz artar ve kendimizi çevreye beğendirme adına kurduğumuz baskılar farkında olmadan gerilim olarak bize geri döner. Kendimizi çok iyi gözlemlemeli, doğru soruları kendimize sorarak dürüstçe yanıt aramalı ve kendimize uyguladığımız gereksiz baskıları fark ederek bunları azaltmanın yollarını bulmalıyız. Bunu başarabilen yetişkinlerin varlığı, onlardan öğrenen yeni nesiller için büyük bir güzelliktir.
Kaynaklar:
Burns,D.D.(1999). Feeling Good. USA: Avon Books.
Gençtan,E. (2016). İnsan Olmak (14. Basım). İstanbul:Metis.
Manson,M.(2018). Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı. İstanbul: Butik Yay.
Sull,D. & Eisenhardt,K.M. (2015). Simple Rules. UK: John Murray.
(16.03.2019- Gelişimin Gücü Blogspotta yayınlanmıştır)
…………………………………………………………………………..